Bir çemberim vardı benim, seni tanımadan önce.
Dışa kapalı bir zindan…
Kendimle doldurmuşum,sıkışık,yekpare bir çember…
Seni görünce çember sen ol istedim.
Etrafımı öylece sar.
Tanıyınca seni insanın çocuk olası geliyor.
Oldum.
Çemberin bir noktasından değil her noktasından geçişler bıraktım sana ”gel diye”.
Kendimi yokuşa süren bir insanken seninle uçmayı öğrendim.
Kuş oldum.
”Çemberin dışına” her çıkışında , kanatlarım yanarak çakılırdım yere.
Cama çarpan bir güvercin görürsen aklına gelsin.
Demiştim sana : ”Sen yokken iyi kalamıyorum.”
Saçmalıklarım da bundandır.
Kendi rotamı bulamayışım sensizliğin meyveleridir.
-Ne acıdır o meyveler bilir misin?
-Bilmek için sensiz kalmak gerekir.
-Sen hiç sensiz kaldın mı ?
-Kalsan beni anlardın.
İdeallerin vardır , anlarım.
Hayâllerin büyüktür , benden.
Hani bir yüksekliğe çıksam da erişemem sana.
Büyük olan ne benim ne de sensin.
Büyük olan iki kişilik bir toplum...
”Biz”
Çemberi daralttım sen gidince,
Bana ayırdığım yerden sana parseller verdim.
Bir toprağın var.
O toprağa ağaçlar dik.
Bir de papatyalar olsun.
Çember açık falan değil artık çünkü çember sensin…
Ben o çemberin içinde yaşıyorum.
Bir detay var ki: ”sen bilmiyorsun çemberin sen olduğunu…”
Bakarsın olmaz dediklerin olur da
Zaman beni hatırlatır,
Gururlar kırılır , inatlar yıkılır.
Ayakların hatırlatır varlığını,
Koşar adım gitmek yerine gelmeyi seçersin belki.
İhtimaller de sarhoş olursa eğer…
”fincana kahve koyarım, yine gelirsin”.