30.08.2020 / Kütahya / P.S.16
Sevgili Nilgün
14 günlük süre ile karantinaya alındık. Pandemi salgını her sistemi etkiledi. Karantinaya konulduğum binada umutsuzlar merdiveni buldum, kimsenin kullanmadığı bir yangın merdiveni işin aslı ama diyelim ki ben görmek istediğimce görüyorum. Manzarasını sedir ağaçları oluşturuyor. Ara ara oraya çıkıp nefes alıyorum ve sana yazıyorum. İçine kolayca girdiğim ve yitiremediğim ruh halim her gün büyüdükçe büyüyor. “Ölüm, yaşam, sen, şiir, duyumsama, özümseme, fikir çatışması vs. vs.” Prometheus’un her gün parçalanan ciğeri gibi… Yinelenen, yinelenen ve yinelenen bir sancı bu. Ve bazı mektuplarımda senin yazdığın cümlelerden devam ediyorum… Söylemiştim, seninle konuşabilmemin tek yolu bu. Ulaşanın ve ulaşılmanın mümkün olmadığı kâğıt parçalarının arasında…
–
“Ölüm yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız” demiştin. Sanırım ben de öyle yapıyorum. Yazma mekaniğimin temel enerjisi aslında yitirilen bir kaynak. Ellerimle aynı hizada olan şiire, fotoğrafa ve yüzüme konu ediniyorum. Eksildikçe daha fazla yer kaplıyor durum. “Böyle bir eksiklenme sevinç vermez de değil”. Haklısın, yine de karmaşanın ortasında kaybolan bir çocuğu konumlandıramıyorum. Anne bulamıyorum, ev dikemiyorum… Çocuk akışını yitirmiş bir nehirde ilerliyor, artık hiçbir söz geri çıkaramaz onu.
Sevgilerimle
Mert Kişot